6 Ekim 2009 Salı

dile getirmiş, ne iyi etmiş!

:)

1 Ekim 2009 Perşembe

Kim Bunlar???



geçen zaman neler getiriyor, neler alıp götürüyor insandan. bu fotoğrafların çekildiği tarihlerde, tanınmış olmalarına rağmen, gelecekte gelebileceklere yerleri, elde edecekleri başarıyı ve alacakları alkışları tahmin edebilirler miydi acaba?
sanatının önde gelen isimlerinin gençlik hallerinden bir kaç kare. bulabilecek misiniz bakalım, kim bunlar???

fotoğrafların devamı burada.

30 Eylül 2009 Çarşamba

"Kadın da evi terk ediversin"

9 Mart 2003 tarihli Radikal 2 ekinden kestiğim bu yazıyı buldum dün gece. izin alamadığım için yazarının affına sığınarak, yazının tamamını alıyorum buraya. Yazının aslı da burada.


"Benim adım Safiye. Kocam beni tam 29 yıl dövdü. Dışarıdan bakılınca herkesin çok sevdiği ve herkesin yardımına koşan bir adamdı.

NAZAN ÖZCAN (Arşivi)

"Benim adım Safiye. Kocam beni tam 29 yıl dövdü. Dışarıdan bakılınca herkesin çok sevdiği ve herkesin yardımına koşan bir adamdı. Ama evde düşüncelerim ciddiye alınmıyordu, sürekli aşağılanıyordum, her söylediğim fikirde çocuklara ne kadar salak bir anneniz var deniyordu. Bütün özgüvenim
sarsılmıştı, şişman olmadığım halde şişmansın diye tutturuyor, giydiğim her şeyin bana yakışmadığını, sürekli aptal ya da gerizekalı olduğumu söylüyordu. Tabii bunlar en söylenebilirleri, küfürleri söylemiyorum. Beni dövüyordu da. Özellikle de dışarıya çıktığımız gecelerde. Eve gelince gittiğimiz yerde başka erkeklere baktığımı iddia edip dövüyordu. Yumrukla, tekmeyle... Üstelik defalarca aldatan oydu, kendisi inkar ediyordu ya, doğruyu söylemek gerekirse ben de beni aldattığını kendimce inkar ediyordum. Tamam dövüyordu, bazen de öldürmekle tehdit ediyordu ama sonra çok üzülüyordu. Her dayaktan sonra ağlıyordu, kötü bir çocukluk geçirmişti ve beni dövmesini ona bağlıyordu. Onu bırakırsam intihar edeceğini söylüyordu, onu hayatta tutan tek şey benmişim, öyle diyordu. Yara bere içinde suratım, mor değil dayaktan simsiyah gözlerimle ya da kırık kolumla oturup onu bir güzel affediyordum. Bütün bu dayaklardan sonra bir de benimle sevişiyordu. Onu tam beş kere bıraktım ve her seferinde geriye döndüm. Çünkü bana hep bensiz yaşayamayacağını söylüyordu. Her dönüşümde dayağın şiddeti daha da artıyordu; onu nasıl terk edebilirim, onu nasıl gitmekle tehdit edebilirim diye. Her dönüşümde kendimi daha suçlu hissediyordum. Arkadaşlarıma benim iyice delirdiğimi söylüyordu, zaten o yüzle ya da kırık kolla kimsenin önüne çıkamıyordum. İyice yalnız kalmıştım. Çok da içiyordu. Benim yüzümden içtiğini düşünüyordum. Ama sonra bir kadınla tanıştım, kadın hareketinde yer alan. Onun sayesinde kocamın benim yüzümden değil, kendi keyfi için içtiğini anladım. Eve geldiğinde daha kapıdan girer girmez beni öpmeye başlıyordu, o sarhoş haliyle yapmasını istediğim en son şey bu oluyordu aslında. Bir şekilde geçiştirmeye çalışsam daha da fena oluyordu, ya kemerle ya da bir yerlere bağlanarak dayak yiyordum. Tam 29 yıl boyunca".
Kadının adı aslında Safiye değil. Hikâye bir İngiliz kadınının, adı Jenny. Safiye deyince de pek bir şey fark etmiyor değil mi? Çünkü Türkiye'de de böyle hikâyeler anlatacak binlerce kadın var. Öte yandan Safiye ya da Jenny, ne fark eder ki, ev içi şiddet ya da kadına yönelik şiddetin ırkı ya da ulusu yok. Belki de evrensel olan nadir durumlardan biri.
Ev içi şiddet nedir?
Ev içi şiddet, eş, eski eş, erkek ya da kadın arkadaş ya da aynı evde oturan bir kişi tarafından fiziksel şiddet ve baskı, sindirme, tehdit, psikolojik taciz ya da çevreden ayırma gibi yöntemler kullanılarak, karşısındaki kişi üzerinde korku ve kontrol oluşturulması demek. Her ne kadar ev içi şiddet Türkiye'de de çokça yaşanıyor olsa da bu konuda yapılan en yeni çalışma Kadın Dayanışma Vakfı'nın 98 tarihli araştırması. Şu anda Mersin, Diyarbakır ve Ankara'yı kapsayan yeni bir araştırma yapılıyor, sonuçları haziranda açıklanacak. 98'de yapılan araştırmaya göre ise her yüz kadından 97'si en az bir kez ev içi şiddet görüyor. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre ise Türkiye'de erkeklerin yüzde 45'i, kadının kendisine itaat etmemesi halinde "dövme hakkı" bulunduğuna inanıyor.
Dünya kadınlarının durumu da Türkiye'den farklı değil. Yapılan araştırmalarda ABD'de her 15 saniyede bir kişinin ev içi şiddete maruz kaldığı biliniyor. Güney Afrika'da her altı kadından biri, "eşi tarafından düzenli olarak tecavüze uğruyor". Pakistan'da ev kadınlarının yüzde 99'unu, çalışan kadınların yüzde 77'sini kocaları döverken, Fransa'da şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 95. İngiltere'de yapılan araştırmalara göre her dört kadından biri yaşamının belli bir anında ev içi şiddete maruz kalıyor. Haftada en azından iki kadın, kocaları ya da eski kocaları tarafından öldürülüyor. Dedik ya şiddetin ırkı, ülkesi yoktur diye.
Yanlış inanışlar
Kadınların ev içinde şiddete maruz kaldığı durumlarda genelde, niye evden ayrılmadığı, alkolik kocaların daha çok dövdüğü vs. gibi genellemeler var, ki külliyen yanlış. BBC bunları toparlamış. En büyük yanılgı kadının dayak yediği yerden çekip gidebileceği. Ekonomik olarak hiçbir şeyiniz yoksa, sosyal çevrenizde size yardımcı olacak birileri de çoktan gittiyse ve en kötüsü o adamı bir şekilde seviyorsanız, bırakıp gitmek o kadar kolay değil. Bunların dışında, kadın eğer çekip giderse daha fazla şiddetle karşılaşacağını bildiği için bundan korkuyor. Dünyada yapılan araştırmalar çekip giden kadınların önemli bir bölümünün daha sonra kocaları tarafından öldürüldüğünü kanıtlıyor. Çalışmayan kadınlar için durum daha da vahim. Hadi diyelim bir şekilde iş buldu, bu sefer çocukların bakımı problem oluyor. Bir de tabii kocalar kadınları çocukları alma ya da ona göstermemekle tehdit ediyorlar. Öte yandan sosyal izolasyon da önemli. Ev içinde şiddet gören kadınların çoğu, kocaları tarafından bir şekilde, ailelerinden, arkadaşlarından uzaklaştırılıyor, eğer başkalarına söylerse öldürmekle tehdit ediliyor. İşin içine bir de kültürel etkenler katılınca, iyice çığrından çıkıyor. Örneğin dul kalmanın iyi karşılanmaması gibi. Ülkemizde SÇHEK'in kadın konuk evleri var fakat onların kapasiteleri de çok fazla değil.
Bir diğer yanlış inanış da gelir ve eğitim düzeyi düşük olan kadınların, gelir ve kültür düzeyi yüksek olan kadınlardan daha çok ev içi şiddete uğradığı. Aslında durum çok farklı değil, ama eğitim düzeyi yüksek kadınlar ev içi şiddet durumuna daha çabuk vakıf oluyor, ne yapması gerektiğini daha iyi biliyor ve bu nedenle daha çabuk kurtuluyor.
"Alkol kullanan erkeklerin karılarını daha çok dövdüğü" araştırmalarda hep önemli bir yerde durur. Ama bu da yanlış bir inanış. Erkekler şiddet uyguladıklarında en çok alkole sığınır ama alkol, şiddet için mazeret oluşturmaz. Nasıl alkollü araba kullanıp kaza yaptığınızda suçu alkole yükleyemezseniz, şiddeti de alkole yükleyemezsiniz.
Öte yandan dövülen kadınların bunu bir şekilde "hak ettiği" ya da kadınların erkekleri provoke ettiği kanısı da son derece yanlış. Avrupa'daki araştırmalar şiddetin bir karar olduğunu belirlemiş. Üstelik ev içi şiddete uğrayan kadınların bu durumu bertaraf etmek için her şeyi denedikleri de bilinen bir durum. Kavgada susmak, yemeği yakmamak gibi. Ayrıca şiddet, ilişkilerde problemi çözecek bir yöntem değildir. Kadınların dayağı hak ettiğiyse tamamen saçmalık. Kimse şiddeti hak etmez, dayak yemek için de can atmaz. Alkolden sonra erkeklerin şiddet konusundan sığındığı bir durum da "şiddet uygulayan erkeklerin, çocukluğunda şiddete maruz kalmış olması". Ki kalsa bile bu mazeret olamaz. Yine Avrupa'da yapılan araştırmalar gösteriyor ki, şiddet ortamında büyümüş çocuklar, büyüdüklerinde şiddetten uzak kalmak için her şeyi yapıyor.
Kadınların belki bir hatası "şiddet uygulayan erkeklerin bir gün değişeceği" yanılgısı. Evet belki ama çoğu erkek değişmez. Avrupa'da yapılan araştırmalar diyor ki, şiddet uygulayan erkeklerin yüzde 85'i yalnızca karılarını dövüyor. Ve üstelik bilinçli bir şekilde, giysilerden görünmeyen yerlerine vuruyorlar. Şiddet uygulayan erkekler kendilerini durduramadıklarını (o an gözüm karardı) söylüyorlar. Niye iş arkadaşlarına gelince durdurabiliyorlar peki? Bu tamamen sorumluluklardan kaçmak demek. Eğer erkek gerçekten değişmek istemiyorsa değişmez, ona kimse de yardım edemez.
Rakamlar ne kadar net olsa da toplumda genel kanı ev içi şiddetin az olduğu yolunda. Aslında ev içi şiddet konusu buz dağı gibi. Büyük bir çoğunluğu gizli. Önemli olan bir diğer faktör de şiddetin tanımı. Bir tokat şiddet değil ama temiz bir dayak, şiddet olarak kabul ediliyor bazen. Ama cinayet cinayettir, azı çoğu olmaz.


Nazan ÖZCAN

28 Eylül 2009 Pazartesi

çok severim!

http://www.youtube.com/watch?v=L2h44JhsnyY



bu arada bloga youtube videosunu olduğu gibi koymayı beceremedim, yardımcı olabilecek birileri varsa selam ederim!
yorumsuz,acı dolu...

merak etmiyor musun???

ben ediyorum açıkçası;

-neden insanlar tatil köyündeki kahvaltı salonuna -odaları fizan'da deniz/havuz bağdat'taymış gibi- yanındaki iki çocukla beraber şişme deniz yatağı, plaj çantası, başlarında şapkaları v.b. bilimum aksesuarla gelirler? kahvaltı salonu girişinde kocaman "lütfen kılık kıyafet kurallarına uygun gelin" diye bir uyarı varken ve ortalıkla koşturup duran iki çocuğa sahip çıkmak bu kadar zor iken???

kahvaltıdan sonra odaya dönüp plaj ıvır zıvırlarını alıp deniz kenarına geçmek bu kadar mı zordur?

-tatilden başladık, öyle devam edelim; neden insanlar her şey dahil sistemin uygulandığı bir yerde, otelin içindeki başka bir restoranda çalışan cemil abi'nin selamını ileterek barmenden içki almaya çalışır ve bu yolla barmeni dumura uğratır? (daha demli çay talep edeni bile gördüm!!!) zaten hemen hemen bütün içkiler ücretsiz,çaylar makine çayı değil midir? (fırsatçılık,yalakalık ve "hamili kart yakinimdir" durumunun ne kadar ayyuka çıkabileceğini gösterir güzel örnekler bunlar. ne acı!!!!)


-neden tuvalette kapıyı tıklattığınızda içeriden çıkan kişi ters ters bakar??? kapı tıklatmak konsantrasyonu mu bozar? tıklatmadan içeri dalmaya çalışmak, kapıyı zorlamak daha şık bir hareket midir???

madem boktan bir muhabbete girdim, devam edeyim;

-neden kadınlar iki parça tuvalet kağıdını klozete sererek hijyen sağlamak yerine, mikrop kaparım tedirginliğiyle, kıçlarını klozete değdirmeden işerler ve bu yüzden klozet kapağı, yerler çiş içinde kalır???? adım attığın,kıçını koyacağın her yerin çiş olduğu bir tuvalet daha mı hijyeniktir???ve acaba aynı kadınlar mıdır sifonu çekmeden çıkanlar? tuvalette hiçbir yere dokunmayınca oranın daha hijyenik olduğu fikrine nasıl kapıldılar???

-neden kahkahalarla gülen karşı masadaki kadına ters ters bakarlar??? yüksek sesle gülmek bu kadar mı utanç verici bir eylemdir? yüksek sesle hapşıran adam neden daha makbuldur,kimse ona garip garip bakmaz???

gülmek dedim de aklıma geldi;

-neden bu kadar suratsız insanlarız biz? markette kasada, durakta otobüs beklerken, kafede otururken siparişi getiren garsona, işimiz yapan veznedara, kapıdan girip/çıkarken karşıdan gelen insanlara hafifçe tebessüm etmek ayıp mıdır? (teşekkür etmek, lütfen,iyi günler v.b. kalıpların kullanılabilirliği konusunda girmeyeceğim bile.)surat asınca daha saygın mı görünüyoruz???


şimdilik bunları merak ediyorum. aklıma gelen başka bir şey olursa, eklerim!

kalori hesabı

kilo problemi yaşayanlar için farklı bir kalori cetveli ;)




not:görsel buradan.

28 Ağustos 2009 Cuma

hazır yazmaya başlamışken arayı soğutmayalım değil mi?

bugün sağlık ocağına gittim ve kızamıkçık aşımı yaptırdım. doktorumla konuşup olanları bir de ona anlattığımda sadece güldü ve "insanlar, ellerini taşın altına koymaktan çekiniyor.ben gelen hastalara sormuyorum kimsin nesin diye, genel sağlık durumu hakkında bilgi alıyorum, uygunsa aşısını yaptırıyorum" dedi.

benim gözümde, bu kadar güzel bir kampanya ile sınıfta kaldık mı? kaldık!!!!

7 Ağustos 2009 Cuma

Ulusal Kampanya!!! Çal çal oyna!!!






Uzun bir aradan sonra merhaba!

Okuduklarımı, yaşadıklarımı yazmak için ne zaman bilgisayar başına geçsem, sinirlerim bozuluyor. Yazmaya başlayamadan kendi kendime söylenmeye başlıyor ve temiz hava almak için dışarı çıkmak zorunda kalıyorum. Sonra da bir daha vakit bulamıyorum ve bu döngü böyle sürüp gidiyor. Farkettim ki dört izleyicim olmuş, en azından onlara olan saygımdan bu döngüyü kırmalıyım. aylardır yazılmamış bir blogu takip ettirmek onlara haksızlık olur, değil mi ama???

Yazmaya başlasam da yine keyifli şeylerden bahsetmeyeceğim. Yazının bundan sonrasını ona göre okuyun lütfen!

Belki duydunuz, duyanlar da duymayanlara iletsin lütfen.
Ana çocuk sağlığı merkezleri ve sağlık ocaklarının işbirliği içinde yürüttükleri bir aşı kampanyası var. Ağustos ayının sonuna kadar 18-35 yaş arası bütün(gebeliği, gebelik ihtimali ve bağışıklık sistemi hastalığı olanlar hariç) kadınlara kızamıkçık aşısı ücretsiz olarak yapılıyor. Bunun için aile hekimine başvurmanız yeterli. Bu noktaya dikkat ama!!! Mutlaka ve mutlaka aile hekiminize gitmeniz gerekiyor.

18-35 yaş arasındayım, kadınım, gebelik ihtimalim veya niyetim yok, bilinçli olmaya/davranmaya çalışıyorum.

Sabah işyerinden izin aldım ve işe gelmeden önce,bir arkadaşımla beraber, bağlı bulunduğum sağlık ocağındaki aile hekimime gittim. Saat 9 olmasına rağmen doktorum henüz gelmemişti, aklıma zaten aşıyı hemşirelerin yapacağı geldi ve boşuna beklememek için onların yanına indim. Aramızda şöyle bir diyalog gelişti;
-Kızamıkçık aşısı yaptırmak için geldim.
-Saat 11'den önce yapmıyoruz hanımefendi, o zaman kadar beklemiz gerek.
-Neden?????
-Çünkü açtığımız bir aşıda 10 kişilik doz var ve 4 saat boyunca saklayabiliyoruz. Elimizde de sadece 1 doz kaldı ve bugün aşı yaptırmaya gelecek olanlar var. Eğer şimdi sizin için açarsak onlara saklayamayız. Bu yüzden burada aşı her gün 11-16 arası yapılıyor. Dilerseniz o saate kadar bekleyin???
-O saate kadar bekleyemem. İşyerinden bu aşıyı yaptırmak için bir saatlik izin aldım ve bugün yaptırmam gerekli. İkinci kez aynı nedenle izin alamam. Üstelik gelmeden günler önce sizi aradığımda neden bana bu saat detayından bahsetmediniz?? Üstelik o zaman da izin alıp gelemeyeceğimi söylediğimde ve hafta sonu yapıp yapmadığınızı sorduğumda da beni "yarım saatini ayır" diyerek payladınız??!
-Üzgünüz, yapabileceğimiz bir şey yok!!!
-Peki size iyi günler!!!

Arkasından -eskiden kaydım orada bulunduğu için- merkez sağlık ocağına gittim. Sekreter kıza durumu anlattığımda, üst katta aşı birimi ile görüşüp, halledebileceğimi söyledi. Aşı birimindeki hemşire bu aşı işinin çok sıkı tutulduğunu ve her doktorun kayıtlı olan hastalarına aşı vurabileceğini, aksi takdirde, hasta aşı nedeniyle bir komplikasyon geçirirse hapis cezasına varan yaptırımları bulunduğunu söyledi. İtiraz etmedim, sağlık ocağından çıkmak için alt kata indiğimde sekreter ne yaptığımı sordu. Ben de hemşirenin söylediklerini kendisine anlattım. Bu sefer bana orada müsait olan bir doktorla görüşerek çözebileceğimi söyledi, doktorla da görüştüm. Bana hemşirenin söylediklerine yakın şeyler söyleyerek aşımı yapamayacağını söyledi. Bu arada sekreter kız aşının sabah 09,00'dan itibaren açılacağını dilersem bu durumu İl Sağlık Müdürlüğü'ne bildirebileceğimi söyledi. Üşenmedim, zaten çok vakit kaybetmiştim ve bu durumu açıklığa kavuşturmak için kalkıp Sağlık Müdürlüğü'ne gittim.

Orada bu işle ilgilenen şube müdürü bir bayan ile konuştum. Uygulamada aşıların sabah 09,00 itibariyle açılması gerektiğini ve aile hekimimden başka birisinin bu aşıyı yapmaya yetkili olmadığını çünkü bağışıklık sisteminin düşük olması halinde aşının vurulmadığını ve beni en iyi doktorumun tanıdığını söyleyerek, bağlı olduğum sağlık ocağını aradı ve oradaki hemşireleri uygulama konusunda hassas olmaları konusunda uyardı.

Daha sonra yanımdaki arkadaşımın bilgilerindeki eksiklikleri tamamlamak üzere Sağlık Müdürlüğü içinde başka bir birime gittik, orada bize aşı olup olmadığımızı sordular. Başımızdan geçenleri kısaca anlattık. O arada aklıma bir soru geldi, ya ben yaşadığım yerde misafir olsaydım??? Bu durumda misafir olduğum hanenin kayıtlı olduğu aile hekimine gitmemin aşı için yeterli olduğunu söylediler!!!!!!!

İnsan bu durumda bu perhiz bu ne lahana turşusu,diye soruyor!!! E hani sadece aile hekimi yapardı, hastasını en iyi o tanırdı başka doktor yapamazdı??? Kalkıp komşu ile gidip aşı olup gelsem aynı süreyi kaybeder ama en azından işimi hallettirmiş olurdum.

Not: Bu yazı uzun zamandır taslaktaydı, ancak yayınlama vaktim oldu.

Yarın(son günü), aşı yaptırmaya gideceğim. Bakalım neler olacak???

not2: görselin linkini ekleyemedim. bu siteden alınmıştır efendim!

24 Mart 2009 Salı

leyleği havada görmek diye bir deyim var dilimizde. pek severim. leylek havada turizm diye bir seyahat firması var yaşadığım şehirde. bu ismi veren kişiyi tanımak isterdim, eğlenceli ve cesur bir tip olmalı :) lafı uzatmanın alemi yok. ben gidiyorum, ankaraya... :)


görsel buradan

11 Mart 2009 Çarşamba

SANSÜR!


Internet erişimime engel var. Türkiye'nin ilim irfan yuvalarında birinde çalışıyorum. Çalışabilecek kadar erişkin olsam da zamanımın ne kadarını "e.ntertainment"(lastfm, sourberry..), "f.riendship" (facebook...), "f.orum" (ekşisözlük...) gibi sitelere harcayacağımı bilemeyebilirim. bu yüzden bu ve bu tip  sitelerin engellenmesi iyi oldu. kendimizi kaybetmeden işimizin başına dönebiliriz!!!!

not: bunlar da erişimediğimi farkettiğim ilk siteler, kullandıkça altından başka hangi sitelere giremediğimi idrak edeceğim kimbilir???
nota ek: sitede kullandığım görsellerin üzerine tıklayınca almış olduğum web sitesinin bağlantısını görebilirsiniz. kimsenin hakkını yemeyelim de ...
son not: sansür ile ilgili daha şık bir görsel bulmuştum. ama "A.lternative Journals" olduğu gerekçesiye o siteye de giremedim!!!!!!

jazzz!



akşam dersim var, açılış konserini kaçırıyorum. ama içkiye hasret bünyem partiyi kaçırmaya dayanamaz. soğuk bir bira içerken caz dinleyebileceğimi umuyor, akşama partiye gidiyorum.

detaylar için buraya.

takipçilerine, iyi seyirler :)

not: görselin üzerine tıklayarak daha büyük görünmesini sağlayabilirsiniz.

3 Mart 2009 Salı

yola çıkmalı...

sanırım önemli olan nereye gittiğin değil, nasıl gittiğin olmalı?

27 Şubat 2009 Cuma

ruhumu kaybettim, hükümsüzdür!!!

9 Ocak 2009 Cuma

bir kere daha uğraşamayacağım. bu 5. yayınlayışım aynı postu :( blogger sürekli hata veriyor. bağlantıların olduğu kelimeler mavi görütülenecekken artık beyaz/kalın bir şekilde görünüyor :(

üf!
yüzümde bir gülümseme, az önceki postu yazdıktan sonra denk geldim. 
karakalem'den olduğu gibi aldım.

Her yıl 3 milyon kişinin ölümüne neden olan AIDS tehlikesine karşı, 16 Ocak 2009’da www.uzunmetraj.com önderliğinde, www.karaklm.comve karakalem dergisi destekleriyle , Eskişehir Glow Bar’da, AIDS’le mücadele etkinliği düzenlenecek.

Sosyal sorumluluk adına yapılacak gecede, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara karşı tek korunma yöntemi olan kondom dağıtılarak, AIDS’in önemi vurgulanacak. Ayrıca AIDS’in bulaşma yolları ve AIDS’le yaşayan insanlara karşı yapılan ayrımcılığı konu alan bilgilendirme formları ve slayt gösterimleri de yer alıyor.
Kültür-sanatın nabzını tutan uzunmetraj.com sitesi ise yapılacak çekilişle, 10 şanslı katılımcıya 10 kült filmin Dvd’sini hediye edecek.
Genç kuşağın yeni gözdelerinden olan Radar Grubu ise şarkılarıyla geceye destek verecek.

Projeyle ilgili gelişmeleri 
www.uzunmetraj.com ve www.karaklm.com sitelerinden takip edebilirsiniz.

16 Ocak 2009 Cuma Saat: 22.00 Eskişehir Glow Bar


gitmeden önce dinlemek isterseniz ; ilginç bir parça,

buraya bir göz atın derim ;)